Kategoriler
Müzik
Anket Sonucumuz
Sitemizi Nasıl Buldunuz ?

İyi
450 Oy
Orta
70 Oy
Kötü
37 Oy
Maden

            İnsanın doğduğu yer değil doyduğu yer vatanıdır. Madenlilerin ataları karınlarını doyurmak için bulundukları yörelerden ayrılıp yurt yurt gezmiş ve 1800’lü yıllara doğru gelip Maden’e yerleşmeye başlamışlardır.  Maden’de de karınlarını doyurmamış, ayrılmak zorunda kalmışlar, amma gönülleri hep Maden’de kalmıştır.

            Daha önceleri Maden’de Rumlar yaşarmış. Türklerin de yaşadığı söylenir. Bununla ilgili olarak Cami Deresinde eskiden cami olduğu dile getirilir. Köye bir kış çok aşırı derecede karın yağması, kışın çok uzun sürmesi yüzünden Türklerin köyü terk ettikleri söylentisi vardır. Yerleşmek için  Kıco Maden Mezrasına gider. Gittiği sırada Mezrada Rumlar da yaşamaktadır. Kıco sürekli Rumların malına-davarına zarar verir. Rum iyice usanır. Bir sabah kapının önünde elini yıkarken avucunu açar “Hey Allahım beni yarattıysan Kıco’yu niçin yarattın, Kıco’yu yarattıysan beni niçin yarattın “ der.

            Çareki, Koçgiri,İbiki, Zerki, Reşi, Dimili,Keran, Bori, Çatak aşiretleri birer ikişer hane şeklinde gelip  Maden’e yerleşmişler. Çataklar köpek kavgası yüzünden köyü terk edip Yıldızeli’nin  Katıralan  köyüne yerleşmiştirler. Madenliler, Maden’de karınlarını doyurmaya çalışmışlar. Ancak karınları istedikleri gibi doymamış, kıt kanaat geçinmişler. Karınlarını doyurmak için sürekli olarak arayışlara devam etmiştirler.

            1921 yılı başlarında başlayan Koçgiri ayaklanmasından sonra  halk  çekilmez derecede çok eziyetli bir hayat yaşamıştır. Rus işgalinin olacağından  korkulmuştur. Topal Osman baskını da köylüyü tedirgin etmiştir. Köylüler köyü terk edip başka taraflara kaçmaya başlamıştırlar. Gemin deresine, Tokat,Çarşamba taraflarına, başka yörelere gidenler olmuş...Gemin Deresi  köylerinden (Suşehri) yardım görülmüştür.  Ekmek bulma amacıyla Çarşamba’ya gidenlerin de büyük çoğunluğu Çarşamba’nın iklimine dayanamamış ve açtıktan ölmüştür. Köy boşaldığı için tarlalar ekilememiş, kıtlık başgöstermiştir. Açlıktan ölenler çok olmuştur. Ortalık durulduktan sonra köylüler köye dönmüştür. Bu dönemde açlık, kıtlık, hastalık gibi çok ağır afetler yaşanmıştır. Millet arpa ekmeği dahi bulamaz olmuş, bulabilenler, kuru hayvan postlarını (deri) kızartıp yemek zorunda kalmıştır.

            Daha sonra  köyde hayat normale dönmeye başlamıştır. Bir zamanlar aşiretler arası kavga ve sürtüşmeler olmuştur.  Şu anda daha çağdaş düşünen Maden Köyü halkı bu sürtüşme ve kavgalardan kurtulmuştur.

            Maden; İmranlı, Suşehri ve Zara İlçe hudutlarının birleştiği bir noktada kurulmuştur.  Engebeli (kırık) bir arazi yapısı vardır. Arazinin çoğu bozkırdır. Arazinin bir kısmı da ormanlardan oluşmaktadır.

            Maden denilince , eskiden kış akla gelirdi. Kışın havası bir başka olurdu. Kar yağardı kar. Bu karın yağışını ancak yaşayanlar bilir. Şimdiki kışlar eski kışların yanında ancak çerez gelir. Kar yağardı kar, evler karın içinde kaybolurdu. İnsanlar göbeklerine kadar kara batardı. Toprak damların üzerinde 1 metreye yakın kar olurdu. Karlı kış günlerinde alış-veriş için Çarşamba günleri  millet dizlerinin yukarısına kadar kara bata bata İmranlı’ya gider gelirdi. Donmuş, eski meyveler getirilirdi. Herkes özellikle 1-2 kilo elma, portakal alırdı. Bu elma ve portakalların değeri  manevi yönden çok önemliydi.  Kış olunca soğuklar nedeniyle gribe yakalanıp hasta yatanlar çok olurdu. Herkes cebine 1 elma veya portakal koyup hasta ziyaretine giderdi. Evin büyükleri  elmaları soyup yerdi. Elma kabukları hangi çocuğa düşerse bu çocuk şanslı sayılırdı. Elma kabuklarının tadına doyum olmazdı. Çarşamba denilince bir de mal pazarı  akla gelir. Salı günleri İmranlı’da mal pazarı kurulurdu. Herkes koyununu, keçisini, danasını bu pazara satmaya götürürdü. Gemin, Şaryeri tarafı köylüleri de hayvanlarını bu pazara satmak için götürürlerdi, çoğu zaman bir gece Maden’de misafir kalırlardı.

            Hızır orucu da kışın bir parçasıydı. 3 gün oruç tutulurdu.  3.gün  niyazlar yapılır (yağlı kömbe), kale  ziyaretine gidilirdi, uzunca kuyruklar oluşurdu. Ziyaret için Reşilerin taşına gidenler de olurdu.  Mart ayında heftmala kıcık ve heftmala mezın vardı. Heftmala mezınde  zerfetler yapılırdı.(Zerfet: Çok büyük pişmiş kömbe, bu kömbenin ortası çıkarılır,  çıkarılan kısım parçalara ayrılır, bu parçalar eşilen yere tekrar doldurulur, kenarından sarmısaklı ayran dökülür, bu ayran her tarafa yayılır, daha sonra üzerine tereyağı dökülür olur zerfet. Çocuklar birer kaşık alıp zerfet yemek için ev ev gezerlerdi. Çocuklar zerfete oturup  birer kaşık alır almaz, hemen yeter denir çocuklar kaldırılıp başka çocuklar oturtulurdu.  Aynı şekilde çocuklar için bir de  aşure ziyafeti vardı. 12 imam orucu tutulurdu. Oruçtan sonra  aşure çorbası pişirilirdi, kurbanlar kesilirdi. Bu arada köyümüze tam donanımlı, modern bir cem evi yapıldığını da hatırlatalım.

            Kışa girmeden önce ve  kıştan hemen sonra  yağmurlar ve sulu kar yağardı. Toprak damlarda çamurlar oluşur, devamında çatılardan akıntılar olurdu. Bu akıntıları önlemek için loğ denilen yuvarlak taşı çeker dururduk, bu  arada sırsıklam ıslanırdık. Suyun sızmasını önlemek için damlara çorak serpilirdi.

            Erkeklerin kışın akşam saatlerinde boş zamanları olurdu. Erkekler boş zamanlarında elli bir, okey, tavla, altmış altı, şeşkol (altı kol) oyunlarını oynardı. Erkek çocuklar; çır, çut, hort, çelik, saklambaç... oyunlarını oynardı; kardan adam yaparlardı. Kadınlar boş zamanlarında örgü örerdiler. Kızlar örgü örer, oyuncak bebek yaparlardı...

            En önemli haberleşme aracı mektuptu. En çok radyo haberleri dinlenirdi. Müzik  dinleme aracı olarak en çok teyp ve radyolar kullanılırdı. Köyün kalabalık olduğu dönemde köyde 4 bakkal dükkanı vardı.

            Köylünün en büyük sorunu  hayvanlarını bahara çıkarmaktı. Bu korku bir yıl boyu sürerdi. Köylü tarlasını ekerdi. Samanı ve otu hayvanını bahara çıkarmaya yetmezdi. Tarla ekme işine kısaca değineyim. Çoğunlukla Mayıs ayında tarlalar ekilirdi. Her evin en az 1 çift öküzü olurdu. Söz edilen dönemde Maden yaklaşık olarak  mezrayla birlikte 150-160 haneydi, yaklaşık 200 çift öküz vardı. Bine yakın sığır, binlerce koyun-keçi vardı. Otlar ve ekinler biçildikten sonra  kağnılarla sap getirilirdi. Çiftler ve ekinlerden önce  nalbantlar öküzleri nallardı (Nal:Öküzlerin ayaklarına üçer çivi ile vurulan demir parçaları). Otlar ve ekinler , orak ve tırpanlarla biçilirdi. Millet gece yarısı olur olmaz, kalkıp kağnılarla tarlaya sapa giderdi. 8-10 yaşındaki çocuklar da bu saatte kaldırılıp tarlaya götürülürdü. Köye çok uzak olan Koreye, Çakmakkıra varılırdı, daha güneş doğmazdı. Millet gecesini gündüzüne katıp çalışırdı. Yine de karınlar zor doyardı.  Sap harmana doldurulurdu. Düvenler koşulurdu (Düven:Önleri kalkık birbirine yapıştırılmış altlarına keskin taşlar çakılmış 2 geniş tahta).Yazın sıcağında bu düvenlere binilirdi. 10 yaş civarındaki çocuklar bu düvenlerin üzerinde harmanın içinde döner dururdu, adeta sıcaktan çocukların beyinleri sulanırdı. Düveni iyi sürmüyorsun, hep aynı yerden sürüyorsun denilerek çoğu zaman çocuklar dayak da yerdi. Harmandan sonra  samanla taneleri ayırmak için  harman savurma makinaları  daha çok gece boyunca çalıştırılırdı. Makine sesleri gecelere ayrı bir renk katardı. Sonraları düven ve makinanın yerini patos aldı.

            Köylünün yaşam çilesi bitmezdi. Buğday, arpa ve fiy ekilirdi, alınan ürün masrafları karşılamazdı, parayla saman, buğday  alınırdı. Yazın çoğunlukla Nuribaba dağında  çaşkur biçilirdi. Çaşkurun ağır bir acısı olurdu, milletin ağzı-burnu şişerdi. Diken biçilirdi. Harmanlar kaldırıldıktan sonra sonbaharda çekeme gidilirdi (Çekem:Yere yayılarak büyüyen ve  bolca yeşil yaprağı olan odunsu bir bitki).  Getirilen çekemler istif edilirdi. Kışın otsu kısmı hayvanlara yedirilir, odunsu kısmı da yakılırdı. Çılo getirilip istif  edilirdi(Çılo:Meşe dalları daha yaprakları dökülmeden önce kesilip getirilir, istif edilirdi, yapraklarını keçiler yerdi, odun kısmı yakılırdı). Kışın bir de burç işi vardı. Kavak ve söğütler budanır, ince dalları kırılarak, kalın dallarının da kabukları bıçak ve benzeri araçlarla soyularak hayvanlara burç olarak yedirilirdi. Bu iş uzun zaman alırdı. Bütün bu çalışmalar rağmen bahara doğru hayvanlar açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalırdı. Demokraside çare tükenmez hesabı, bu sefer de  köylüler köyün çevresindeki  kırlarda kar içinde keven eşmeye başlarlardı.  Bu kevenleri sırtlayıp getirirlerdi, doğrayıp hayvanlara  yedirirlerdi. Hayvanlar da kurtulurdu. Bu çark böyle devam eder dururdu. Köylünün bir de kışlık odun derdi vardı. Öküz arabaları ile büyük dağa (Mezranın arkası) ve Gölcük’e gidilirdi. Odun hazırlayacak adamlar sabah erkenden giderdi, öküz arabaları da peşlerine götürülürdü. Ekim-Kasım aylarında yollarda öküz arabası konvoyları oluşurdu. Tabiki zaman zaman ormancılar milletin canını yakardı. Köyün çevresindeki koruluklardan da kışlık odun temin edilirdi. Büyük göçler olmadan önce son dönemlerde kışlık odun daha çok köyün çevresindeki koruluklardan temin edilirdi. Bütün bunlar ekmek kavgası için yapılırdı. “Deveyi yardan uçuran bir tutam ottur.” derler. İnsanlar ekmek için canlarından dahi olmuştur. Ekmek kavgası Madenliyi sürekli olarak terletmiştir. Ekmek kavgası milleti gurbete düşürmüş, gurbet milletin karnını doyurmuştur. Karnını daha iyi doyurmak için millet sürekli olarak arayışlar içerisine girmiş, gurbette kazanmış, Maden’de yemiştir.

            Çok önceleri köyde ayakkabı  bilinmezdi. Çarık giyilirdi. Durumu iyi olanlar çarıkın gelişmişi olan hasır çarıkı giyerlerdi. Ankara lastiği denilen kara lastik giyilirdi. Daha sonraları  daha havalı olan gızlaved lastik çıktı. Pijama yerine  Amerikan bezinden(beyaz bez) yapılan iç çamaşırları giyilirdi. Haki denilen  kalın şal pantolonları özel olarak diktirilip soğuk zamanlarda giyilirdi. Çok sıcak tutan bu pantolonlar köyde örülen yün örgülerden oluşurdu.

            Köyümüzde eskiden hayvancılık önemli bir geçim kaynağıydı. Yağ ve  peyniri evlerin çoğu satardı.  Satamayanlar da en azında kendi ihtiyaçlarını karşılardı. Şimdiyse çok az sayıda ev geçimini hayvancılıkla sağlamaktadır.  Her evde  tavuk beslenirdi.  Köylüler ihtiyaçlarının bir kısmını yumurtayla sağlardı. Şimdiyse  köyün büyük çoğunluğunu et,süt, yumurta v.b. ihtiyaçlarını şehirli gibi parasıyla almaktadır.

            1970’li yılların sonlarından itibaren köyümüzde arıcılık da önemli bir geçim kaynağı haline gelmiştir.

            Başta haşlama, kızartma, kavurma olmak üzere çeşitli et yemekleri; ayran çorbası, patates, kurufasulye, ekmek aşı, pilav, gayğana (yağda kızartılmış yumurta), gırık, keldoş, keşke, hıngel, erişte, kuskus, kavut, menemen, dizik, kılor-sir- zerfet (kömbe),  katlı kılor, çikko, hevşik, sac ekmeğinden yapılan peynir dürümleri, bişi, kete, pirinçli – üzümlü börek, helva, sütlaç, aşure çorbası... köyün başlıca yemekleriydi.

Madenli  Madende çok çalışmış, az kazanmış kazandığına şükür etmiştir. Yeri geldiğinde kendi yememiş, misafirine yedirmiştir. Madende eskiden çok farklı adetler vardı. Bu adetler sadece Maden için geçerli değil, tüm çevrede vardı. Bu adetlerden bazıları şöyle özetlenebilir. Düğün olurdu, misafirler gelirdi, etlisi,sütlüsü,tatlısı çeşitli yemekler yapılırdı, bu yemeklerin tamamı misafirlere yedirilmeye çalışılırdı. Çocuklara ve ev halkına çok az yemek kalırdı. Misafirlere tavuk pişirilirdi, çocuklara derisi düşerdi. Çocuklara sus denirdi,sen çocuksun, çocuklar konuşmaz denirdi. Bunun çocuklar üzerinde olumsuz etkilerinin olduğunu düşünüyorum. Saygı gereği, eskiden gelinlerin kayınbaba ile konuşmaları ayıp sayılırdı, gelinler kayınbaba ile konuşmaz, işaretle anlaşırdı. Yanlış olan bu gelenek bugün kalkmıştır. Babaların büyüklerin yanında çocuklarını sevmeleri ayıp sayılırdı. Aynı evin erkekleri ayrı kadınları ayrı yemek yerdi. Erkekler önde , kadınlar arkada yürürdüler.

Bülbülü altın kafese koymuşlar, “Ah vatanım, ah vatanım.” demiş. Bırakın şunu , şunun vatanını görelim deyip bülbülü bırakmışlar. Gidip çalık ve kayalıkların arasına konmuş, ötmeye başlamış ve benim vatanım burası  demiştir. Bizim için çalılık ve kayalık olan yerler bülbül için çok değerlidir. Önemli olan sevmektir. Çalılık ve kayalık olsa da  Maden’i bir kere sevmişiz. Bütün zorluklarına rağmen, Maden’in halk üzerinde manevi  bir baskısı vardır, Maden’e doyum olmaz. Havası sevilir, suyu sevilir,dağı-taşı sevilir. Hele Mayıs-Haziran aylarında hertarafı buram buram çiçek kokar, çeşit çeşit bitkiler, çiçekler boy verir. Nuribabadaki çiçek kokusu  insanın ciğerlerine adeta bayram ettirir. Ya Nuribabanın suyu adeta insanlara şifa gibi gelir. Kuşburnu, mantar, madımak, yemlik, kerke, mendık, aygülü, kargatopu, alıç... gibi kendiliğinde yetişen doğal bitkiler   şifalı birer besin kaynağıdırlar.

 

Aşağıdaki  dörtlük Maden’in ve Madenlinin kısa bir özetidir.

           

Dağı, taşı kış  idi;

Köylüm üşüdü;

Yazı, çiçeği, suyu hoş idi;

Aradığı iş idi, aş idi;

 

            Maden karın doyurmadı. Halk  gurbet yollarına düştü. Maden Istanbul’a taşındı. Başka yerlere giden oldu, Avrupa’ya kadar uzananlar oldu. Herkesin gönlü Maden’de kaldı. Maden sevgisi hiçbir zaman halkın hayalinden çıkmadı. Köyün havasını solumak, dağını taşını gezmek, suyunu içmek... her zaman halk için bir özlemdir.

            Maden çok hızlı bir değişime uğramıştır. Çocukluğumdaki Madenli ile bugünkü Madenli arasında kıyaslanmayacak kadar dağlar gibi fark vardır. Bu fark dünyadaki gelişmelere bağlı olarak doğmuştur. 1970’li yıllara kadar Maden’den İmranlı’ya patika yol vardı. Bu yol dere boyunu izlerdi. Şimdiyse  yol asfalttır. Eskiden traktör yoktu. Sonra köyün en modern aracı traktör oldu. Şimdiyse hemen her gün Maden-İmranlı arası minibüs vardır.  Ayrıca gurbetçiler kendi taksileri ile de gidip gelmektedirler. Eskiden sabun yoktu. Millet sabun yerine meşe odununun külünü ve kil kullanırdı. Bu da çok sağlıklı bir sonuç vermezdi. Çoğu zaman haşare görülürdü. Sonra sabun çıktı, daha sonra günümüzde kullanılan deterjanlar çıktı. Şehirdeki temizlik neyse, köyde de şimdi aynısı vardır. Eski yıllarda mektuptan başka haberleşme aracı yoktu. Şimdiyse köyde de bilgisayar ve internet vardır. Eskiden okuma-yazması olan kimse de yoktu. Köyde okuma-yazması olan 2-3 kişi varmış. Bu kişiler mektupları okur ve yazarmışlar. Burada, eğitim düzeyini açıklamak için halk arasında anlatılan bir olayı açıklamak isterim. 2 kişi birbiri ile kavga eder, birbirlerini mahkemeye verirler. Mahkeme bir türlü bitmez. Sonuçta birer dava vekili tutarlar. Avukat tuttuklarını söylerler. Biri : “Benim avukatım okur-yazardır, onun canına okur” der. Diğeri: “Benim avukatım ta ilkmektep 3’e kadar okumuş, asıl benim avukatım onun canına okur” der. Köyün yolu asfalttır, Elektriği, suyu ve kanalizasyonu vardır. Günümüzde ise şehirde ne gibi haberleşme aracı varsa aynısı köyde de vardır. Günümüzde ise şehirde ne gibi haberleşme aracı varsa aynısı köyde de vardır.

Köyde düğün adetleri bile tamamen değişmiştir. Eskiden kız vermede, oğlan evermede; kızların ve oğlanların fikirleri alınmazdı. Evin büyükleri ne derse o olurdu. Şimdi bu adet tamamen kalktı, kız ve erkekler kendi iradeleriyle karar verip evlenmektedirler. Eskiden görücü usulü ile evlenilirdi. Erkek tarafı birkaç adam alıp kız tarafına giderdi. Allahın emriyle kız istenirdi. Başlık parası kesilirdi. Başlık parası oğlan tarafı için ağır bir borç olurdu. Düğün için gün kesilirdi. Nişan yapıldıktan sonra evleninceye kadar nişanlanan kız ve oğlanın birbirlerini görmeleri ayıplanırdı. Düğünden 1 gün önce kız tarafı ve erkek tarafı düğün olacağını haber vermek için evlere düğün şekeri dağıtırlardı. Davul zurna çalınarak düğünün başladığı haber verilirdi. Düğünden bir gün önce kız tarafına dermalçi (Tilki-haberci) gönderilirdi. Kız evine girmeden önce bu dermalçiyi yakalayanlar 1 şişe rakı alırlardı, dermalçi ise yakalanmamak için çalışırdı. Oğlan tarafında bir gün davul zurna çalındıktan sonra kız tarafına  kalabalık bir düğüncü grubu ile gidilirdi. Düğüncüler misafir olarak evlere dağıtılırlardı. Evlerde düğüncülere büyük ziyafetler  verilirdi, bolca rakı içirilirdi, davulcu-zurnacılar misafir evlerini gezerdi. Akşam kız evinde  düğün devam ederdi, oyunlar oynatılırdı. Akşam son olarak ağlama havası eşliğinde gelinin kınası yakılırdı. Ertesi sabah davul-zurna çalınırdı, bu misafirler için düğün evinde toplanma işareti sayılırdı. Misafirler toplanırdı. Ev sahipleri misafirleri uğurlardı.  Gelinle birlikte oğlan tarafına gelinirdi. Oğlan tarafında da misafirlere rakılı büyük bir ziyafet verilirdi. Bu eski köy düğünlerinin çok kısa bir özetidir. Eski köy düğünlerinde, evlenenlerin birinci derece yakınları evlenenlere hediye alırdı. Şimdiki köy düğünleri tamamen şehir düğünlerine dönüşmüştür. Sadece orkestra yoktur. Gücünün yettiğince herkes takı takmaktadır. Misafir ağırlama usulleri de eskisi kadar ağır değildir.

Cenaze kaldırma ve mezar törenlerinde  pek önemli bir değişiklik yaşanmamıştır. Eski usullerle şimdiki usuller birbirine yakındır.  Şimdiki usullerde cenaze masrafları daha fazla artmış sayılabilir.  Ölen için kırkı çıkıncaya kadar hergün kur’an okutulur, yedi yemeği  verilir. Kırkı dolunca da yemek verilir.  Ölümden 3 hafta sonra kırk okunur. Ölünün kırkı çıkıncaya kadar ölü evi her akşam bir komşuya yemek götürür. Ölen için bir defaya mahsus olmak üzere Haziran ayı içinde mezar kaldırma töreni düzenlenir.  Ölünün hayrına sayılır düşüncesiyle başta et  yemeği olmak üzere bu törende çeşitli yemekler ölü yakınları tarafından yedirilir. Tüm komşular ölünün yakınlarının başsağlığına giderler. Burada bizim köyümüzde olmayan, diğer bazı köylerde olan cenaze ile ilgili eski bir adeti  belirtmek isterim. Bazı köylerde cenaze daha yerdeyken, komşuları cenaze sahibinin ahırına girip en değerli hayvanlarından 2-3 üç tanesini kesip cenazeye gelip gidenlere yedirirlermiş. Toplumumuzda cenaze masrafları konusuna bir çözüm getirilmesi gerekmektedir. Cenaze masraflarının ekonomik boyutu cenaze evi için ağır olmaktadır. Sağlığında fazla itibar-değer görmeyen insanlar öldükten sonra birden değer kazanmaktadırlar. Bu masrafların bir nevi başkalarından geri kalmamak, horlanmamak için yapıldığı düşüncesindeyim. Bu masrafların ölüye bir faydasının olup olmayacağı da tartışma konusudur. Çoğu desinler için yapılan masraflardır.

Maden Köyünde okul 1948 yılında eğitim-öğretime başlamıştır. Eğitim-öğretim alanında istenilen başarı sağlanamamıştır. İlk zamanlar sadece erkekler okula gönderilmiştir. Okula gitmeleri ayıptır, günahtır denilerek kız öğrenciler okula gönderilmemiştir. Türkiye genelinde olduğu gibi kadınlara ikinci sınıf vatandaş gözüyle bakılmıştır. Eskiden  yola çıktıklarında erkek önde  giderdi,  eşi (karısı) onu arkadan takip ederdi. Sonraları  kız öğrenciler de yavaş yavaş gönderilmiştir. 1970’li yıllardan sonra kız-erkek öğrenci dengesi hemen hemen sağlanmıştır. İlkokulu bitirenler başka bir okula gönderilmemiştir. Halk  yoksulluk nedeniyle, okumaya karşı ilgi duymamıştır. Herkes kısa yoldan ekmek sahibi olmaya çalışmıştır. 1975 yılında mezrayla birlikte öğrenci sayısı 200’ü bulmuştur. Sayının 200’ü bulduğu dönemde mezraya ayrı okul açılmıştır, öğrenci azaldığı için bu okul sonraları kapatılmıştır.  Bugün ise öğrenci olmadığından Maden Köyü İlköğretim Okulu da eğitim-öğretime kapatılmıştır. Halkın şehirlere göçmesiyle birlikte okuyanların sayısı artmıştır.

Maden göç vermeseydi, bugün belediyelik bir yer olacaktı. Göç verip boşaldığı için bugün küçük bir köy görünümündedir. Göçmekten başka çare de yoktu. Çok eski yıllarda  Yıldızeli’ne, Sivas’a, Suşehri’ne, Şarkışla’ya, Çarşamba’ya (Samsun’un ilçesi) Tokat’a, Sarıkamış’a,  Adana’ya göçenler olmuştur.  1970’li yıllardan sonra  İstanbul’a çok büyük çapta göçler olmuştur, Bursa’ya da çok sayıda göç olmuştur. Ankara’ya, Antalya’ya, Mersin’e, Erzincan’a, Hafik’e, İmranlı’ya göçenler olmuş, hatta Avrupa’nın çeşitli ülkelerine yerleşenler olmuştur...

Dünya değişti, Maden de değişti. Eskiden dağa-taşa baktığımızda her tarafın insanlarla hayvan sürüleri ile dolu olduğunu görürdük. Köyün 2 büyük yaylası vardı. Biri Nuribaba, diğeri çor yaylası. Ayrıca  her tarafta  çok sayıda ağıl da vardı. Milletin bir çoğu kışın bu ağıllarda kalırdı. İlkbahar, Yaz ve Sonbahar aylarında, köyün girişlerinde insan ve hayvan kalabalığından geçilmezdi, hayvan seslerinden insanlar zevk alırdı. Şu anda köyde kalanlar bile hayvan seslerine hasret durumdalar. Koyunlara kelek, keçilere çan takılırdı; çan-kelek sesleri  çevreye ayrı bir hava verirdi. Şimdi boş olan arazi yolları eskiden sabah ve akşam saatlerinde insanlarla dolar taşardı.

Köyümüzde kış iklimi 6 aydan fazla sürer, en çok kar yağar. Yaz iklimi 6 aya yakın sürer. Arazi genel olarak kırık ve dağlıktır. Arazinin bir kısmı bozkır, bir kısmı ormanlıktır. Mayıs,Haziran ve Temmuz aylarında her taraf yemyeşil olur. Göçler başlamadan önce köyümüzde ormanlık alanlar iyice zayıflamıştı.  Şimdiyse ormanlık alanlar önemli ölçüde yeniden gelişti. Ormanlarda en çok meşe ve gürgen ağaçları vardır. Az miktarda çam ağacı da vardır.  Çok önceleri köyümüzün bulunduğu bölgenin ormanlarla kaplı olduğu; kırsal kesimde bulunan tek tük çam ağaçlarının varlığından ve köy büyüklerinin ifadelerinden anlaşılmaktadır. Tahıl olarak en çok buğday yetiştirilirdi. Madenin toprağı en çok yoncayı sever.  

Köyün şimdiki  suyu getirilmeden önce, kışın köy halkı dikme deresi ve Reşolar Çeşmesinin suyunu içerdi. Yazın dikme deresinin suyu içilmezdi. Yalnız Reşolar Çeşmesinin suyu içilirdi, Bu su da az akardı. Su almak için, kadınlar ve kızlar helkelerle  bu suyun başında sıraları gelinceye kadar bekler dururdu.  Kimi zaman bu beklemeler sırasında tartışmalar başlar, helkeler ve helkelerin ağaçları havada uçuşurdu.

Nuribaba dağının zirvesi öyle bir zirvedir ki, bu zirveden; Endires Ovası (Suşehri), Kösedağ, Karadeniz Dağları, İmranlı çevresi, Kızıldağ, Bey Dağları, Divriği Dağları ve Sivas’ın yakınındaki Seyfebeli görülür.

            Kale  tepesinden  Maden’e bakmak apayrı bir güzelliktir.  Bu tepeden Maden adeta bir kartpostal manzarası gibi görülür.

            Maden ; Madenlinin karnını doyurmamış, amma gönlünü doyurmuştur. Bu gönül bağlılığı  halk arasında  Maden’e olan sevgiyi sürekli olarak ateşlemiştir.

 

 

                                                     Hacı KARTAL

4/5/2012